hotel tatil sağlık tarih
10 Ocak 2012 Salı
Datça KNİDOS
Datça KNİDOS
Bilim, mimarlık ve sanatın kenti
Antik çağda Kap Krio olarak bilinen Deveboynu Burnu’nda yer alan Knidos, muhteşem konumuyla bölgenin en güzel antik kentlerinden biri. Datça’ya 40 kilometre mesafedeki Knidos’a vardığınızda, yarımadanın en uç noktasındasınız demektir. Bir yanınız Ege Denizi, bir yanınız Akdeniz’dir. Antik çağın en ünlü ve zengin kentlerinden biri olan Knidos, sadece Akdeniz’deki gemilerin rotası üzerinde stratejik bir konuma sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda, bilim, mimarlık ve sanatta ileri, kozmopolit bir kentti. Knidos’ta, ünlü matematikçi, astronom, fizikçi, mimar ve yasa koyucu Eudoksos, doktor Euryphon, ünlü ressam Polygnotos ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos yaşadı. Hatta kent altın çağında, Kos’taki önemli tıp merkeziyle rekabet edebilecek bir tıp okuluna da sahipti.
Önemli bir liman kenti olan Knidos, mal alıp satmak ya da açık denizdeki kötü hava koşullarından korunmak isteyen gemilerin uğrak yeriydi. Ancak kentin efsaneleşmesinin nedeni, bugün dünyada birçok kopyası olmasına rağmen orijinali bulunamamış, çıplak Knidos Afroditi heykeli... Heykeltıraş Praksiteles’in M.Ö. 4. yüzyılda yaptığı bu eserin ünü, dünyada çıplak olarak tasarlanmış, ilk kült Afrodit heykeli olmasından kaynaklanıyor.
O dönemde büyük cüret gerektiren ve yenilik getiren bir sanat eseri olarak kabul edilen bu heykelin hikayesi şöyle; Kos Adası’nın siparişi üzerine, Praksiteles iki Afrodit heykeli yapar. O zamana kadar tanrı heykelleri tamamıyla çıplak yapılır ancak tanrıça heykelleri hafif de olsa örtülü olurdu. Praksiteles’in heykellerinden biri çırılçıplaktır ve ada halkı bunu çok müstehcen bularak geri çevirir. Oysa Knidoslular heykeli beğenmiştir ve bunu satın alarak, kentin en yüksek terasına, Ege’den ve Akdeniz’den görülecek şekilde yerleştirirler. Ünlü tarihçi Lusien, banyodan yeni çıkmış ve elinde giysisini tutan Afrodit hakkında şunları söyler; ‘’Güzelliğini hiçbir şey örtmemiş, sol elinin eğimiyle kapadığı yerden başka.’’
Zamanla ünü yayılan çıplak Knidos Afroditi, ticaretten daha güçlü bir gelir kaynağı haline gelir. Afroditi görmek için buraya sadece sanat severler değil aynı zamanda binlerce turist akın etmeye başlar. Adeta bir hac yeri haline gelen bu tapınakta, hacılar ritüellerini, tapınakta çalışan fahişelerle tamamlarlar. Knidos’un bu kadar ünlenmesinin ardından, bugün benzerlerine turistik bölgelerdeki tezgahlarda rastladığımız erotik tasvirli hediyelik eşyaların ziyaretçiler tarafından satın alındığını, yazılı kaynaklardan öğreniyoruz.
Ekonomik sıkıntıya düşen Knidoslulara, Bitinya Kralı Nikomedos, borçlarını ödeme karşılığında Afrodit heykelini satın almayı teklif eder. Bunun üzerine bir halk oylaması yapılır ancak sonuçta halk bunu kabullenmez. Aristotales ‘’gerçek demokrasi Knidos’tadır’’ diyerek burada başlayan erken demokratik hareketin altını çizmiştir. Heykelin kayboluşu, Bizans İmparatoru Theodosius’un, çok tanrılı inanç tapınaklarını kapattığı günlere dayanır. İmparator, heykeli tapınaktan söktürüp İstanbul’daki Lausos Sarayı’na götürür. Afrodit heykelinin, M.S. 5. yüzyılda çıkan bir yangında yok olduğuna inanıldığı gibi, Bizanslılar tarafından parçalandığına inananlar da var.
Tabelalar, çok iyi olmasa da, bunlara göre antik kent içinde kendi turunuzu yapabilirsiniz. Gişeden (08:00’den günbatımına kadar açık) girer girmez sağınızda iyi durumda bir Hellenistik tiyatro, solunuzda yatların demirlediği güney limanı var. Teraslar halindeki antik kentin kalıntılarına tımanırken, aniden önünüze çıkacak çukurlara dikkat. 1987 yılından beri kazıların devam ettiği ören yerinde, iki tiyatro, agora, Apollon Tapınağı ve Sunağı, güneş saati, Demeter Kutsal Alanı ve odeon kalıntılarını görmek mümkün. Geriye pek fazla bir şey kalmamış olsa da, biraz hayalgücüyle, muhteşem bir manzaraya hakim, yuvarlak planlı tapınağın ortasındaki aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’in heykelinin, uzun bir deniz yolculuğunun ardından buraya varanların gözündeki ihtişamını tahmin etmeniz zor olmayacak. Hatta bu noktadan günbatımını seyrettikten sonra, Afrodit’in böylesine ünlenmiş olmasına daha da hak vereceksiniz.
Datça’ya tatil yapmaya gelenlerin tercihi, yaz mevsimidir. Oysa Datça’da yaşayanlara bir sorun; yarımada, haziran- temmuz ve ağustos dışında en güzel zamanını yaşar. Datçalılar der ki: ‘’Burada bir yaz biter, başka bir yaz başlar.’’ ‘’Sarıca Yazı’’dır bu. İlk yağmurlarla birlikte, ‘’karavilla’’ denen salyangozlar toplanır, bütün Datçalılar sevmese de senede bir salyangoz yemenin iyi olduğuna inanılır. Şubat sonunda badem ağaçları çiçek açtığında yarımada adeta karla kaplanır. Fonda mora çalan dağlar vardır. Nisanda tarlalar gelinciklerle kırmızıya boyanır, anemonlar açar. Mayıs papatyaların ayıdır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) belirlemelerine göre, Datça Yarımadası ile güneyindeki Bozburun, Türkiye’deki, acil olarak korunması gereken dokuz ‘’sıcak nokta’’dan biri. Bölge, farklı jeolojik yapıları ve yeryüzü şekilleri, endemik bitki türleri, zengin yaban hayatı, bakir kıyı ve kumulları, gelişmiş boylu maki toplulukları, Datça hurması toplulukları barındıran orman ve sarp kayalık yaşam alanları gibi Akdeniz Bölgesi’ne özgü alçak arazi yaşam alanları ve biyolojik çeşitlilik açısından dikkat çekiyor. Türkiye’deki, 122 Önemli Bitki Alanı arasında yer alan her iki yarımada, ülke çapında nadir yaklaşık 160 bitki taksonunun yaşam alanı olduğu gibi 123 kuş türüyle birlikte yaban keçisi, yaban kedisi, saz kedisi, bozayı, tilki ve porsuk türlerine de ev sahipliği yapıyor. Yarımadanın yoğun turizm ve yapılaşmanın etkilerinden görece uzak kalan kıyıları ise nesli tehlike altında bulunan Akdeniz fokları için en önemli yaşam alanları arasında.
8 Ocak 2012 Pazar
MAVİ BEYAZ BUTİK OTEL
Bir yeryüzü cenneti kabul edilen Datça Palamutbükü'nde yer alan Mavi beyaz butik otel konuklarını sahip olduğu benzersiz konumuyla ağırlıyor. Mavi beyaz konukları Datçanın en güzel manzaralarından birinde güneşin hem doğuşunu hem de batışını izleme ayrıcalığına sahip .Muhteşem mimarisi ve deniz manzaralı odalarıyla konuklarına ayrıcalıklı bir konfor sunan Mavi beyaz butik otel mutlu ve huzurlu bir tatil için sizleri bekliyor.
Benzersiz denizinde yüzerken, eşsiz havasını solumak, stresden arınmak, keyifli bir tatil için doğru adres.
Toplam oda sayısı 16 olan Mavi beyaz butik otel, kaliteli hizmet anlayışı ile seçkin konuklarına hizmet veriyor.
Datça'nın en nadide plajı ile deniz, güneş tatlı bir esinti ve siz...
Restaurantımızda enfes ege mutfağı yöresel specialler, zengin menü çeşidimiz, müşteri memnuniyetine odaklanmış hizmet anlayışımız konumu itibari ile deniz ve ılık bir esinti ile siz ve misafirlerimizi ağırlamaktan onur duyarız.
İletişim Bilgileri





48900 Datça / Muğla
|
DATÇA YEREL LEZZETLER
Datça Bal, Badem ve Zeytinyağı ile meşhur bir yöredir. Sizler Datça'dan ayrılırken sevdiklerinize ve kendinize mutlaka almanızı öneririz.
CAN YÜCEL VE DATÇA
Hayatı [değiştir]
Can Yücel, 1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim Eski Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğludur.[1]
1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurtdışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in " Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler" diyerek engellemesi nedeniyle yurtdışına gidemedi. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris'te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.
Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e hakaretten yargılanan Yücel, 18 Nisan seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi`nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.
Yazarlığı [değiştir]
Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına, Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına tam olarak bağlı kalmasa da son derece başarılıdır. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.
Eserleri [değiştir]
- Yazma (1950)
- Her Boydan (1959, Çeviri Şiirler)
- Sevgi Duvarı (1973)
- Bağlanmayacaksın
- Bir Siyasinin Şiirleri (1974)
- Ölüm ve Oğlum (1976)
- Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabı)
- Rengâhenk (1982)
- Gökyokuş (1984)
- Beşibiyerde (1985, ilk beş şiir kitabı)
- Canfeda (1985)
- Çok Bi Çocuk (1988)
- Kısa Devre (1990)
- Kuzgunun Yavrusu (1990)
- Gece Vardiyası Albümü (1991)
- Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993)
- Gezintiler (1994)
- Maaile (1995)
- Seke Seke (1997
- Alavara (1999)
- Mekânım Datça Olsun (1999)
- En Uzak Mesafe
- Benim Adım Firuzansa Ne Olayım
- Cazcı firuzan (1997)
- Hotuhların dramı
- Bilmelisin ki
- Biraz alıştım
- Kadın dediğin
- Bördübet'ten Sedir Adası'na
- YüzKitabı Şiirlerimden Seçmeler(2010)
Çevirileri [değiştir]
- Hamlet (Shakespeare)1992. İstanbul: Papirüs Yayınları, 1996.
- Bahar Noktası (Bir Yaz Gecesi Rüyası'nın çevirisi) (Shakespeare) 1981. İstanbul: Papirüs Yayınları, 1996.
- Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby, F. Scott Fitzgerald), Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1964.
- Yeni Başlayanlar İçin Marx (Marx Para Principantes) 1977.
- Salozun Mavalı (Peter Weiss)Bilgi Yayınları
Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!
7 Ocak 2012 Cumartesi
DATÇA HAKKINDA HER ŞEY

DATÇA HAKKINDA HER ŞEY
DEĞERLİ ZİYARETÇİLER BUGÜN DATÇA NIN TARİHİ, MİMARİSİ,GEZEBİLECEĞİNİZ YERLERİNİ, TATİL YAPABİLECEĞİNİZ OTELLERİNİ SİZDEĞERLİ ZİYARETÇİLERİMİZLE PAYLAŞACAĞIZ.
Datça Tarihi |
![]() Binlerce yıl önceye dayanan tarihi, hala araştırılıyor. Oldukça fazla sayıda arkeolojik kalıntı barındıran yarımada, tarih boyunca önemli uygarlıklara yataklık etmiştir. Bunlardan en önemlisi Knidos antik kentidir. Yarımadada bulunan yakın döneme ait 28 kilise kalıntısı, bölgenin aynı zamanda mistik bir kökene sahip olduğunun kanıtıdır. Genel tarihini kısaca özetlersek; Datça önce Karya'lıların, M.Ö. 1100 yılından sonra da Dorların egemenliği altında kalmıştır. Dorlar, Hexapolis Birliği altında altı şehir kurmuşlar. Bu şehirlerden biri olan Knidos, Datça yarımadası üzerine kurulmuş ve birliğin merkezi olmuş. Pers saldırılarına (M.Ö. 546) karşı koymak için Dorlar, Balıkaşıran denilen yerde kanal açarak yarımadayı ada yapmak istemişler. Ancak umulduğundan daha sert ve keskin çıkan kayalar, çalışanların el ve yüzlerınde yaralar açınca, tanrıların gazabına uğradıklarına inanarak vazgeçmişler. Persler dostça karşılanmışlar. Perslerden sonra, Datça Yarımadası Atina'lıların, Roma'lıların ve 1282'de Germiyanoğulları'ndan Menteşe Bey'in yönetimine geçmiş. Datça 1390 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na katılmış, Sultan Reşad zamanında adı Reşadiye olarak değiştirilmiştir. Cumhuriyet döneminde Datça adı altında Muğla iline bağlı bir ilçe olmuştur. |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)